1 Ocak 2010 Cuma

Saddam'ın 'EL-ENFAL' Dosyası

Bugün devrik Irak lideri Saddam Hüseyin ve diğer altı sanık Kürtlere soykırım yapmaktan hakim karşısına çıkıyor. 1980'li yıllarda yürüttüğü Enfal kampanyası sonucu yaklaşık 100 ile 182 bin Kürt'ün öldüğü, binlerce köyün de yerle bir edildiği operasyondan sorumlu olan Saddam Hüseyin soykırımdan yargılanacak. Davada eski Irak cumhurbaşkanıyla birlikte altı kişi daha yargılanacak. Bunlar arasında Halepçe'de 5 bin sivili zehirli gazla öldürüen Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan el Mecid de bulunuyor. Enfal operasyonunda 3 bini aşkın köyün yok edilirken, on binlerce Kürt de göç etmek zorunda kaldı.. 5 bini aşkın Kürdün yine Saddam rejimi tarafından kimyasal gazlarla öldürüldüğü Halepçe katliamıysa, bu davanın kapsamı dışında tutuldu. 1988 yılının Şubat sonlarında başlayıp Eylül başlarında sona eren Enfal operasyonunda yaklaşık 100 ile 182 bin arasında Kürt öldürüldü. Bir soykırım olan bu operasyondan kurtulanlar ise bunun etkilerini hiçbir zaman üzerinde atamadılar. Hollanda başta olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinin Baas rejimine temin ettiği yasaklı kimyasal silahların yüzlerce yerde kullanıldığı Enfal nasıl gelişti? Kürtler o günlerde ne yaşadı
OPERASYONUN KOMUTANI ALİ HASAN EL MECİD

Kelime anlamı yeniden fethetme olan, "El-Enfal", 1988 Şubatı sonlarında başlayıp, Eylül başlarına kadar altı ayrı coğrafi bölgede yürütülen, birbirinin devamı olarak tasarlanmış toplam sekiz askeri saldırının oluşturduğu diziye verilen isimdi. Operasyonun genel komutası, Kerkük şehrinde üslenmiş olan ve Mart 1987’den sonra Ali Hasan el–Mecid tarafından yönetilmeye başlanan Baas Partisi Kuzey Bürosu’ndaydı. Net sayısı tam bilinmemekle birlikte, en az 100 bin, bazı kaynaklara göre ise 188 bin kişi bu operasyonda kaybolduğu belirtilmektedir. Enfal’ın ana askeri hamlelerini, Birinci ve Beşinci Kolorduların düzenli birlikleri yapıyordu, İran cephesinden fırsat kaldığında diğer birliklerin desteğini de alıyordu. Seçkin Cumhuriyet Muhafızları Enfal’ın ilk evresinde görev aldılar; Enfal’da yer alan diğer birlikler arasında ise Özel Kuvvetler (Quwat al–Khaehs), Komando Kuvvetleri (Maghawir) ve Acil Kuvvetler (Quwat al–Taware) bulunmaktadır. Acil Kuvvetler, Baas partisi kontrolündeki terörizme karşı şehir timleridir. Son olarak ise düzenli ordunun önünde yerleşim yerlerine girip köyleri yakmak ve yağmalamak, kaçak köylüleri takip edip yakalayarak teslim etmek gibi çeşitli destek faaliyetleri ise paramiliter 'Kürt cahşları' tarafından yerine getiriliyordu. 

ENFAL HAZIRLIKLARI 

Ancak Ali Hasan el–Mecid’in Kürtlere karşı harekâtının mantığı 6 ay süren bir askeri harekâtın ötesine gidiyordu. El–Mecid’in 1987’de atanmasıyla bir soykırım makinesi harekete geçirildi ve çarkları 1989 Nisan’ına kadar dönmeye devam etti. El–Mecid’in Kerkük’e varışının ardından birkaç hafta içinde Irak hükümetinin Kürt problemini bir defada ve sonsuza dek çözmek istediği ve bu amaca ulaşabilmek için devletin bütün kaynaklarını koordineli biçimde kullanacağı anlaşıldı. 1987’de bu amacın önünü tıkayan bir şey varsa o da lojistik yetersizlikleriydi. Çünkü Enfal için gerekli olan askeri birliklerin ve materyalin büyük bölümü hala İran savaş cephesindeydi. Enfal operasyonlarını birebir yaşayan Koma Komalen Kürdistan yürütme Konsey Üyesi Xoşyar Hüseyin, operasyonların başta sınırlı bir sayıda asker ile ağır şekilde ilerlediğini belirtiyordu. İran Irak savaşının bitimiyle cephede bulunan bütün askerlerin operasyon bölgesine aktarıldığını söyleyen Hüseyin, “O güne kadar, hiçbir operasyona bu kadar askerin katıldığını görmemiştik. Her yer asker kaynıyordu. Üstelik ordu bütün teknik araçlarını Kürdistan’a kaydırmıştı. Yerden tanklar, havadan uçaklar gece gündüz durmadan çalışıyorlardı” diyor.
'ERBİL OVASINDA YIKILMAMIŞ TEK KÜRT EVİ KALMAYACAK'

İran-Irak savaşı boyunca İran devleti Güney Kürtlerini, Irak’ta İranlı Kürtleri kullandı. Bunun en basit örneği 4 Mart 1987 ‘de İran askerlerini KDP ve YNK peşmergelerini de yanına alarak Rewandûz’un doğusundaki Irak topraklarından sekiz km. içeriye girmeyi başarmasıyla yaşandı. Irak rejimi kendisine karşı yapıla ve iki rakip Kürt partisini bir araya getiren bu ittifak ile deliye dönmüştü. 13 Mart’ta yabancı bir gazeteciyle yapılan bir röportajda Irak kabinesinden bakan Haşim Hasan el–Aqrewi şöyle demişti: "İranlılar bu insanlara kirli görevler yaptırmaya çalışıyorlar. Bölge coğrafyasının çok iyi bildikleri için, İranlılar onları sadece Humeyni Muhafızları’nın ve İran kuvvetlerinin kılavuzları olarak kullanıyorlar." Daha sonra YNK’ye geçen eski bir askeri istihbarat subayının Middle East Watch’a (Ortadoğu Gözlem Merkezi) o bahar Kerkük’te yapılan ve Erbil, Kerkük, Duhok ve Süleymaniye valilerinin, Birinci ve Beşinci Kolordu Komutanlarının ve bölük komutanlarının ve Baas Partisi üst düzey yetkililerinin katıldığı bir toplantıyı aktardı. Ali Hasan el–Mecid öfkeli bir ses tonuyla, Erbil ovasındaki Kürt köylerinde "yıkılmamış tek bir ev bile kalmayacak" diye emrettiğini söylüyordu. Yalnızca Arap köyleri kalacak diyen El–Mecid; "ben gelip denetleyeceğim ve dokunulmamış tek bir ev görürsem, bundan oradaki birliğin komutanını sorumlu tutarım" diyordu. 

Yasak bölge olarak ilan edilen Irak Kürdistan’ında her türlü tarım da yasaklanmıştı. Hükümet uçakları düzenli uçuşlarla izinsiz tarımı denetliyordu. Herhangi bir yerde tarım yasağı ihlal edilmişse, bundan bölge güvenlik komiteleri sorumlu tutulmaktaydı. Kürt bölgelerinde tahıl satışı ve vilayetler arası tarımsal ticarete çok sert kısıtlamalar getirilmişti. İnsanlar un, pirinç, tuz, yağ, gaz yağı, sabun, deterjan gibi temel ihtiyaçlarını dahi eve kaçak yollardan getirmek zorunda kaldıklarını anlatan görgü tanıkları, bazen kadınlar bazı şeyleri elbiselerinin içinde saklayarak geçiremeye çalıştıklarını, askerler onları fark ettiklerinde eşyalarını alıp yaktıklarını söylüyorlar. Yiyecek saklarken yakalanan erkeklerin ise, ‘peşmergelere göndermek için yiyecek sakladıkları’ gerekçesiyle tutuklandığına ve kaybolduğuna dair bir çok hikayeler anlatıyorlar. 
EL-MECİD ENFAL’İ ANLATIYOR 

16 Nisan 1987 yılında sivillere karşı ilk kimyasal saldırıların başlatıldığı Balîsan Vadisi, yiyecek ve erzak girişini önlemeye çalışan ve bunda kısmen başarılı olan hükümet kontrol noktalarının bulunduğu bir "yasak bölgeydi". Sadece bu saldırıda 64–142 arası insan öldü. Middle East Watch’un tahminine göre, bu saldırıdan sonra tutuklanıp, Erbil’deki gözaltı merkezine götürülen ve daha sonra bir daha dönmeyen iki otobüs dolusu erişkin ve yetişkin erkek bulunmaktaydı. Bir dizi tanık bunların sayılarının 70 ile 76 arasında olduğunu söylemektedir: Balîsan’dan 22, Şêx Wesen’den 50 ve civar köylerden 4 kişi. Balîsan Vadisi’ndeki kimyasal saldırıdan beş gün sonra, piyade birlikleri ve buldozerler Irak Kürdistan’ındaki yüzlerce köy üzerinde çalışmalarına başladı. 1987 harekâtları sırasında ordu en az 703 Kürt köyünü ortadan kaldırdı. Bunlardan 219’u Erbil bölgesinde; 122’si Kerkük’ün güneydoğusunda Germiyan olarak bilinen engebeli düzlükte ve 320’si Süleymaniye vilayetinin değişik kısımlarındaydı. Daha az almak üzere Behdînan da bundan nasibini almıştı. 
GÖNDERİLEN TALİMATLAR 

Ali Hasan El-Mecid’in 20 Haziran 1987 tarihinde Birinci, İkinci ve Beşinci Kolordu Komutanlıkları, Emniyet Müdürlüğü ve diğer bazı sivil ve askeri kuruluşlara gönderdiği direktifte şunlar söylenmektedir:

- 1. Bozguncuların, İran ajanlarının (peşmergeler) ve benzeri Irak hainlerinin (devlet ile işbirliği yapmayan bütün Kürtler kast ediliyor) bulunduğu bütün köyler güvenlik nedenleriyle girilmesi yasak alan olarak değerlendirilecektir.

- 2. Bu bölgeler, bütün kişi ve hayvanlara kesinlikle kapalı olan ve askeri birliklerin, büromuz tarafında aksi belirtilmedikçe, istedikleri gibi ateş açabilecekleri operasyon bölgeleri olarak kabul edilecektir.

- 3. Tarım, hayvancılık ya da endüstriyel faaliyetlerin yanı sıra bölgeye giriş çıkışlarda yasaklanacaktır ve bütün ilgili kuruluşlar kendi yetki alanları çerçevesinde bu durumu dikkatle izleyeceklerdir.

- 4. Kolordu komutanları, top, helikopter ve savaş uçaklarını kullanarak bu yasaklı bölgelerde bulunan en fazla sayıda insanı öldürmek amacıyla, gece gündüz gelişigüzel saldırılar gerçekleştirecek ve bizi sonuçtan haberdar edeceklerdir. 

- 5. Bu bölgelerde yakalanan herkes güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak sorguya çekilecek ve kendilerinden faydalı olacak bilgiler alındıktan sonra 15 ve 70 yaş arasındakiler infaz edilecek ve bize haber verilecektir.

- 6. Hükümete ya da parti yetkililerine teslim olanlar ilgili kuruluşlar tarafından maksimum 3 gün içinde sorguya çekilecektir, bize bildirilmek kaydıyla gerekli görüldüğünde bu süre 10 güne çıkarılabilir.

- 7. Danışmanlar ve Milli Savunma Taburları birlikleri tarafından el konulan ağır ve orta silahlar dışındaki her şey yine onlar tarafından korunacaktır. Bize sayısını bildirmek koşuluyla hafif silahları tutabilirler. 
'KELLE BİZİM, MAL SİZİN' 

El-Mecid’in talimatıyla Enfal operasyonları esnasında Alaya Şoreşgeri peşmergesi olan Xoşyar Hüseyin’in anlatımları birbirini doğrulamaktadır. Enfal’de kullanılan temel sloganın ‘kelle bizim, mal sizin’ olduğunu belirten Hüseyin, soykırım olarak tanımladığı uygulamaları şöyle anlatıyor: “Enfal esnasında, kadınlarda dâhil olmak üzere, Kürtlere ait ne ele geçirmişlerse her şey ele geçirenindi. Bu sloganla Irak askerleri köylere 'vahşice' saldırıyorlardı. Ulaştıkları bütün Kürt köylerini yakıp, mallarına ve kadınlarına el koyuyorlardı. Halk kaçarak, dağlara sığındı. Yanında hiçbir şeyleri olmayan insanların bir kısmı uzun süre dayanamayıp, teslim oldu. Bunların birçoğundan bir daha haber alınamadı. Bunun sonucu, 182 bin insan o dönemde kaybedildi. Götürülen kadınlar, Güney da Irak’ta oluşturulan pazarlarda, Kuveyt gibi ülkelerinden gelen zengin Araplara satıldılar.” 
 
17 EKİM 1987 NÜFUS SAYIMI 

1987 'bahar temizliği'nin ve henüz başlamakta olan Enfal’ın politik ve bürokratik mantığı belli olmaya başlamıştı. Bu, "ulusal saflar" ile doğudaki ve kuzeydeki genellikle dağlık olan pêşmerge kontrolündeki bölgeler arasında keskin bir ayırım oluşturmaktı. Bu bölgeler “yasak bölgelerdi”. Buralarda yaşayanlar, yaşlarına ve cinsiyetlerine bakılmaksızın istisnasız "sabotajcı" yani İran ajanı sayılacaktı. ‘Yasak bölgede’ yaşayan Kürt köylülerinin ya şehir, kasaba veya oluşturulan kamplarda yaşamaları ya da Irak vatandaşlığından atılmaları için 17 Ekim 1987’de nüfus sayımı yapıldı. Bu sayım ile 'Kürt caşhları' dışında, tüm Kürtler sabotajcı ilan edilerek, vatandaşlıktan atıldılar. 

BİRİNCİ ENFAL-SERGELÎ VE BERGELÎ KUŞATMASI 

23 Şubat sabahı gün ağırırken hükümete bağlı kara kuvvetleri her yönden saldırıya geçti. O gün Sergelî’de bulunan bir pêşmergenin hatırladığına göre, "Karargâhı kuşatan ordu o kadar büyüktü ki sanki bölgeyi Kürdistan’ın diğer kısımlarından ayıran bir çit vardı". Dokan Gölünün doğu yakasındaki Bingird’den başlayıp, Süleymaniye’ye ve Mawat ve Çwarte kasabalarına kadar uzanan cephe hattı tam 64 kilometre uzunluğundaydı. Bu saldırıya ordu, hava kuvvetleri ve Enfal’ın sadece başlangıç aşamalarında görevlendirilmiş olan seçkin Cumhuriyet Muhafızları yer almıştı. Silahlı Kuvvetler’in hedefinde yalnızca YNK karargâhı yoktu, vadideki sayısı 25-30’u bulan köyler de hedefteydi. Mart’ın ilk günlerinde YNK’nin savunma hatları düşmeye başlayınca, köylere dalan ordu birlikleri buldozerlerle köyleri yerle bir ettiler. YNK kaynaklarına göre, bu kuşatmada 200 ila 250 arasında peşmerge ve köylü yaşamını yitirdi. Ordu birliklerini köylere girmesiyle halk dağlara sığınmaya başladı. Ordu güçleri ilerledikçe dağlarda saklanan halk ya teslim olmak zorunda kaldı ya da karla kaplı dağlardan İran’a doğru kaçmaya başladı. Dağlardan İran’a doğru geçmeye çalışırken, yorgunluk, gıdasızlıktan ve tedavisizlikten birçok kişi yolda düşüp öldü. Sergelî’deki kuşatmadan kurtulan YNK peşmergeleri ise Şanexşê köyünde yeni bir üs kurdular. Burası da 22 Mart’a kimyasal silahlarla vuruldu. Bir peşmerge komutanının verdiği rakamlara göre, bu olayda çoğunluğu pêşmerge ailelerden oluşan 28 kişi yaşamını yitirdi ve 300 kişi de yaralandı. Sergelîli orta yaşlı bir köylünün belirttiği gibi “biriktirdiğimiz her şeyi bıraktık da kaçtık. Halk paniklemiş sığır sürüsü misali dağlardan İran doğru ilerliyordu. Bir taraftan tepemizde gezen savaş uçaklarından saklanıyorduk, diğer taraftan yağan yağmura rağmen ilerlemeye çalışıyorduk. Bu yürüyüşte, Sergelîli altı kişi yolda donarak öldü. Diğer köylerden ise otuz kişi aynı vadide öldü” diye anlatıyordu.

HALEPÇE KATLİAMI 

Sergelî–Bergelî kuşatmasından sonra YNK peşmergelerinin desteğiyle, İran askeri Halepçe kasabasına girdi. YNK eski peşmergesi olan Saman Ahmet Ali Halepçe’nin peşmergeler ve İran askerlerince düşürülmesini onur meselesi yapan Irak devletinin birkaç sefer şehri geri alma girişiminde bulunduğunu, ama bunda başarılı olmadığını söyledi. Bu başarısızlıktan sonra kimyasal gaz kullanıldığını dile getiren Ali, “Kürt örgütleri bu savaşın içinde kullanıldılar ve Kürt halkı bu savaşa kurban edildi” diye konuştu. 16 Mart sabahının ilerleyen saatlerinde Irak karşı saldırısı konvansiyonel hava saldırısı ve kuzeydeki Said Sadık kasabasından yapılan topçu bombardımanıyla başladı. Halepçe’deki çoğu aile devam eden İran Irak savaşında hava saldırıların yaşamının doğal bir parçası haline geldiği için evlerinin yakınlarında inşa ettikleri sığınaklara girerler. Şehre atılan hardal ve fosfordan oluşan kimyasal gazlar halkın çoğunu sığınaklarda yakalar. 17 Mart’a kadar sürdürülen bombardımanlarda 5 bin insan yaşamını yitirdi. Sadece Halepçe de kullanılan kimyasal saldırıda 9 bin civarında insan yaralandı. Üstelik bu rakam hiçbir zaman yerel kaynaklarca doğrulanmazken, olayda ölen peşmerge ve İran askerlerini sayısı bu rakama dahil edilmemiştir. Halepçe katliamı YNK peşmergelerinin Irak ordusu karşısında dirençlerini kırdı. 18 Mart gecesi Irak ordu birlikleri son kalan peşmergelere de ağır darbeler vurarak, Sergelî’yi ele geçirdiler. Ertesi günde Bergelî aldılar. * * * 
İKİNCİ ENFAL-KARADAĞ 

22 Mart akşamı yemek saatinde Seysenan köyüne bir rajimadan fırlatılan top mermileriyle ikinci Enfal başladı. Bir evin avlusuna düşen mermilerle çevreye yayılan 'elma kokusu' kimyasal bombaların kullanıldığını gösteriyordu. Köylüler ve YNK peşmergeleri Seysenan kimyasal saldırısında net rakamı hiçbir zaman belli olamyan ama ortalama genel kanıya göre 78 ile 87 arasında ölü olduğunu göstermektedir. Bir sonraki gün, Dokan’daki YNK üssüne kimyasal saldırı düzenlendi. 24 Mart gecesi de KDP operasyonlarının kontrol edildiği küçük bir karargâha ev sahipliği yapan Cafaran köyü hedef aldı. Bu saldırlardan kurtulanlar köylerinden kaçarak, dağlara sığındılar. Af söylentilerini duyan Seysenan köylüleri, birkaç gün rahatsız edilmeden huzurla yağmurda kaldılar. Fakat beşinci gün Karadağ–Süleymaniye yolu kontrol noktasındaki askerler onları tutuklamaya başladı. 
GÜNEY GERMİYAN’A KAÇIŞ 

Enfal harekâtı sırasında vuku bulan kitlesel kaybolmaların izlediği seyir bölgeden bölgeye çarpıcı bir şekilde değişmektedir. Birinci Enfal sırasında ordu tarafından ele geçirilen yetişkin erkekler ve erişkin erkek çocuklar kaybedilmiştir. -bu değişik bölgelerde tekrarlanan bir kalıptır.- Ama çeşitli yerlerde, özellikle güney Germiyan’da, çok sayıda kadın ve çocuk da götürülmüş ve onları bir daha gören olmamıştır. Bu dönemde kaybedilen bazı kadıların izleri Kuveyt’in işgali sırasında, Irak ordusunda askerlik yapan, Kürtler tarafından bulundu. Enfal operasyonları sırasında kaybolan kız kardeşini Kuveytli bir adamın evinde bulan Kürt gencin hikayesi bölge halkı arasında hala anlatılmaktadır. 
ÜÇÜNCÜ ENFAL-GERMİYAN 

Birinci ve ikinci Enfal’de kullanılan kimyasal silahlar bütün pêşmergelerde moral çöküntüsü yaratmıştı. Bu moral çöküntüsü ve zehirli gaz psikolojisi peşmergelerin üçüncü Enfal esnasında fazla direniş göstermemelerin neden oldu. Bu yüzden de Irak rejimi, 7 ve 20 Nisan arasındaki, Germiyan harekâtı sırasında zehirli gazları sadece bir yerde devreye koydu. Oluşturulan yeni haritalarda Kürt yerleşimleri işaretlenmediği için, istihbarat saha raporlarının birçoğunda olduğu gibi, Keler kolunun 13 Nisan’daki raporunda da, "Köylerin çoğu harita üzerinde işaretlenmemiş olduğundan konvoyun içinden geçtiği bütün köyler tahrip edilmiş ve yakılmıştır" diye geçmektedir. Ortadoğu Gözlem Merkezi'nin araştırmasında bazı görgü tanıklarının izlenimleri şöyle aktarılmaktadır: “Kahvaltı zamanı gelen birlikler evleri ateşe verdi, hayvanları öldürdü ve birçok köylüyü alıp götürdü. Tepelere kaçmayı başaranlar ise günlerce buralarda kaldı. Ama anladılar ki, üç taraftan çevrilmişlerdi ve güneye, anayola doğru gitmekten başka şansları yoktu ve burada da Adnan Cabari ismindeki müsteşarın komutanlığındaki 'cahş' birimine teslim oldular. Yaşlı bir adamın hatırladığı, günlerden Müslümanların oruç tuttuğu ay olan Ramazan’ın birinci günü olan 17 Nisan’dı. Onları götürmek için kamyonlar bekliyordu ve çoğu bir daha hiç görülmedi.” 
DÖRDÜNCÜ ENFAL: 'HOŞ BİR NANE KOKUSU' 

3 Mayıs’ta uçakların ilk hedefi, Ekser köyü oldu. Bir uçak filosu köye alçaktan saldırdı. Hoş bir nane kokusu yayan beyaz dumanların takip ettiği 8 boğuk patlama oldu. Güneydoğudan esen rüzgarla duman iki üç kilometre ötedeki Heyder Beg’e kadar yayıldı. Göktepe ve Esker’e köyleri arasında konumlamış bir peşmerge birliğinde yer alan Enver Rıza Ömer, yaşadığı kimyasal saldırıyı şöyle anlatıyor: “Uçaklar direkt köyleri hedef almışlardı. Biz sadece köylere yakın olduğumuz için dumandan etkilendik. Buna rağmen tabur komutanımız Şeyh Cevat Askeri’nin (Ali Askeri’nin kardeşi) de içinde bulunduğu 25 peşmerge şehit düştü. Fakat bu saldırı çok farklıydı. Bombalardan çıkan duman yükselmiyor, araziye dağılıyordu. Hoş bir nane kokusu gibiydi. Bu saldırıda beş arkadaşımız yaralandı. Yaralananların ağzından beyaz bir köpük çıkıyordu. Vücutlarıysa yanmış gibi kapkaraydı.” Bu saldırıda, iki köyden 3 yüzden fazla insanın yaşamını yitirdiğini söyleyen Ömer, “Doğanın üzerine adeta siyah bir örtü çekilmişti. Bütün hayvanlar, ağaçlar ve bitki örtüsü insanlar gibi bir anda soldu” diyor. 

DOKAN BARAJI'NIN KAPAKLARI AÇILDI 

Ölenlerin tam sayısı ne olursa olsun, altı hafta önce vuku bulan Halepçe saldırısından sonra doğrulanmış olan kimyasal saldırılar arasında en ağır olanıydı. Köylüler, Göktepe saldırısından sonra doğru nehir sularının birden yükseldiğini söylüyorlar. Bu, daha önceki harekâtlarda da gördükleri, rejimin başvurduğu hilelerden biriymiş; nehirden kaçışı engellemek için Dokan Barajı kapaklarının açılması. Dağlara sığınan halk, kısa süren dağlardaki mağaralarda saklanma çabasından sonra toplu olarak tutuklandılar ve kaybedildiler. Enfal operasyonu bir sel gibi önüne ne geldiyse alıp götürüyordu. İnsanların bir kısmı olay yerinde öldürülürken, bazıları tutuklanıp bilinmeyen bir kadere doğru yola çıkarıldılar, bazılarıysa ‘belki bir ihtimal’ diyerek önlerinde onları neyin beklediğini hiç hesaplamadan yolara düştüler. Dellû köyünün bombalanmasıyla sıranın kendilerine de geldiğini fark eden Xelekutiya ve Zigila köylüleri kaçma fırsatı bulurlar. Belki de Dellû köyünde ölen insanlar Xelekutiya ve Zigilalıların canlarını kurtarmasına yardımcı olur. 

KILIÇ ARTIKLARINI TOPLAMA HAREKÂTI 

15 Mayıs ile 26 Ağustos arasında gerçekleştirilen operasyonlar beşinci, altıncı ve yedinci Enfal olarak tanımlandı. Bu operasyonlardaki amaç; YNK'nin savaş gücüne son darbeyi indirmek, kendisini desteklemeye devam eden sivilleri cezalandırmaktı. Salt askeri bir bakış açısıyla bakıldığında Enfal harekâtının, üç ay önce Sergelî–Bergelî kuşatmasıyla başlamış olan büyük temizliğin mantığını izlemeye devam ettiği söylenebilir. '
 
GENÇ VE GÜZEL KIZLARI GÖTÜRDÜLER' 

Üçüncü Enfal’de Leylan, dördüncü Enfal’de Taqtaq kasabası toplama kampı olarak kullanıldı. İnsanlar burada bir gece bekletildikten sonra birçoğunun geri dönmediği, bilinmeyen bir yere doğru kamyonlarla götürülmüşler. Üçüncü Enfal esnasında Germijyen’a bağlı Şarbajer alanında tutuklanan köylülerin götürüldüğü kamplarda birçok kadının kaybolduğu belirtilmektedir. Parazan köyünden Muhammed Ahmed’in yeğeni Dılşad Eli dayısının, “kampta ne kadar genç ve güzel kız varsa askerlerin hepsini alıp götürdüğünü ve bunların bir daha geri gelmediğini söylüyordu” şeklinde dayısının olayları kendilerine aktardığını anlatıyordu. Kadınlara tecavüz edildiğini söyleyen Dılşad Eli, “Dayımın peşmergelere destek verdiği iddia ediliyordu. Bunu kabul etmeyince, eşine ve kızına tecavüz edeceklerini söylemişler. Dayım bunun üzerine bütün suçlamaları kabul etmiş, ama bu seferde onu kamp içinde ajan olarak kullanmayı teklif etmişler. O da bunu yapmış” diyor. 

TOPZAWA KAMPI'NDA NUMARALANDIRMA 

Enfal operasyonlarının en büyük toplama kamplarından birisi olan Topzawa kampı, insanların numaralandırılıp, numaralarına göre çağrılacak kadar Nazi toplama kamplarına benzerler. Kadın ve erkekler ayrı kamplarda tutulur ve erkeklerde eli silah tutamayacaklar ve silah tutabilecekler olarak iki ayrı kampa ayrılır. Bu kampta erkeklerin her gün düzenli şekilde dövüldüğünü söyleyen tutuklu kadınlar, erkeklerini en son gördükleri günü şu şekilde anlatıyorlar; “Her gün birkaç düzine erkek dövülürdü. Fakat o gün farklı bir şey sanki vardı da bütün erkekleri gömleklerini çıkartılara, dövülüyorlardı. Sonrada ikişer ikişer birbirlerine kelepçeleyip, ayakkabılarını çıkarttılar. Bazı erkeklerin gözleri de bağlanıyor; bazıları ise donlarına kadar soyuluyorlardı. Ve sonunda beyaz ya da yeşil boyalı ve penceresiz araçlara bindirilerek bir daha hiç haber almadığımız bir yerlere götürdüler.”
CEZAEVİ GÜNLERİ 

Penceresiz araçlar bir yöne doğru ayrılırlarken, diğer tutuklularla dolu otobüsler başka bir yönde ilerledi. Kadın ve çocukların birçoğu Dibs hapishanesine gönderildi. Yaşlılar ise daha güneyde, çölde bulunan Nagre Selman adlı cezaevine götürüldüler. Eli silah tutabilecek olan, 15 ila 70 yaş arasındaki erkeklerden bir daha hiç haber alınamadı. Ortadoğu Gözlem Merkezi'ne Nagre Selman cezaevini anlatan görgü tanıkları şöyle anlatıyor; “Nagre Selman’da ki şartlar birden kötüleştirilmiş, açlık diyetinde ekmek ve kirli su verilir olmuştu. Mahkumlar halsiz düşmüş ve bitlenmişlerdi. Mayıs ayına ulaşıldığında, insanlar koşullardan kaynaklı olarak ölmeye başladılar. Bazı günler üç, bazen altı ya da yedi ve bazen ise bir düzine kadarı ölüyordu. Abdülkadir isminde bir tutuklu serbest kaldığı Eylül ayı başlarında bu rakamın 517 olduğunu söylüyor. Eylül ayında, serbest kaldıktan sonra duyduğuna göre de peşpeşe iki gece içinde, 45 kişi daha ölmüş. Bu insanlar Nagre Selman’ın insanlık dışı şartlarının ve Iraklı yetkililerin ahlaktan yoksun aldırmazlığının kurbanlarıydılar.” 
İNFAZ MANGALARI

İnfaz mangalarının elinden kurtulmayı başaran ender kişilerden biri olan Muhammd’in Ortadoğu Gözlem Merkezi'ne anlatımlarını olduğu gibi aktarıyoruz; “Topzawa’da iki gün kaldık. Bu süre zarfına, yiyecek hiçbir şey verilmedi. Muhafızlar üçüncü gün, içinde yaklaşık 500 mahkumun olduğu bizim 'salona' geldiler. Erkekleri ikişer ikişer birbirlerine kelepçelediler ve kamuflaj renklerine boyanmış bir sıra aracın bulunduğu yere getirdiler. Her araç yirmi sekiz mahkum alıyordu. Öğleden sonra konvoy harekete geçti. Altı saat yol gittik, ama nereye götürüldüğümüze dair hiç bir fikrimiz yoktu.” Muhammed kaçış hikayesini de şöyle anlatıyor; “Konvoy nihayet durduğunda, şoför motoru çalışır halde tutmaya devam etti. Motorun çıkardığı gürültüye rağmen, dışarıdan gelen silah sesleri duyulabiliyordu. Bizi aceleyle dışarı, karanlığa çıkardılar ve önceki aramalarda gözden kaçmış olabilirler diye, kimlik kartları ve paralar için tekrar aradılar. Ellerimizdeki kelepçeleri çıkarıp, bir ip ile bizi birbirimize bağladılar. Benim bağlayan biraz acele ettiği için benim ellerim biraz gevşek kalmıştı. Kesinlikle öldürüleceğimizi biliyordum. Önceden kazılmış büyük bir çukura yüzümüzü dönmemizi istediklerinde ben ellerimi ipten kurtarıp, var gücümle kaçmaya başladım. Arkamdan ateş ettiler, ama karanlıktan yararlanarak kurtulmayı becerdim.” 

SON ENFAL: BEHDÎNAN

Irak hükümetine verilen raporlarda, peşmergelerin Behdînan’daki toplam gücünün 2.600’den fazla olmadığı belirtiliyordu. Bu cılız güce ve Behdînan’ın sivil halkına karşı, Ali Hasan el–Mecid'in Kuzey Bürosu 200.000 kadar asker yollamıştı. Bu son Enfal harekâtına Kimyasal Silahlar Taburu, Irak Hava Kuvvetleri birimleri ve Milli Savunma Taburları (cahşlar) ilaveten sayıları on dört ve on altı arasında değişen ve her biri 12.000 askerden oluşan düzenli ordu tümenleri de görev almıştı. İlk kimyasal gaz bombası, 24 Ağustos akşamı geç saatlerde, Türkiye sınırı yakınlarındaki Zêwa Şêxan’daki KDP karargâhına atılır. Ertesi sabah, 25 Ağustos’ta, Irak savaş uçakları birçok ayrı, fakat neredeyse eşzamanlı saldırı gerçekleştirdi. Uçaklar, yaklaşık olarak yüz kilometre genişliğinde ve otuz kilometre derinliğinde bir şerit üzerinde odaklanmışlardı. Uçaklardan bazıları tek bir köyü ya da pêşmerge üssünü hedef alırken, diğer uçaklar dizi halindeki köylerin tümünü seri bir şekilde vurmuştu. Yaz sonuna denk gelen bu harekatta kullanılan yanıcı etkisi fazla olan patlayıcılarla da ekin tarlaları da yakıldı. Bu olaydan sonra Behdinan halkı köylerini bırakarak Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Askeri birlikler halkın kaçışını engellemek için Behdinan alanındaki en büyük kimyasal saldırıyı hızlı akan Büyük Zap nehrinin üzerindeki ana geçiş noktalarından birisi olan Balûke köprüsüne yaptı. Behdînan işgali, on binlerce mültecinin Türkiye’ye kaçması ve diğerlerinin ya evlerinde yakalanması ya da kısa süren nafile bir kaçış girişiminden sonra teslim olmasıyla, 28 Ağustos şafağı sona erdi. Kalanlar ise 6 Eylül genel affına kadar dağlarda gizlendiler. İlk saldırı dalgasıyla eşgüdüm halinde Irak Ordusu, küçük sınır şehri Zaxo’dan Büyük Zap nehri ile kavuştuğu Balûke’ya kadar doğuya doğru giden anayolu ele geçirmişti. Amaç açıkça Türkiye sınırını kapatmak ve mülteci akınlarının önüne set çekmekti. Fakat ordu bunda çarpıcı biçimde başarısız oldu. Her ne kadar çoğu yolda ölmüş, bazıları yakalanmış ve diğerleri takip edilip savaş uçaklarınca taranmış olsa da 65.000 ile 80.000 arasında Kürt sınırı geçmeyi başardı. Mülteci akınını engellemek için sınırlarını kapatan Türk hükümeti, mülteci akınını yoğunluğu karşısında sınırlarını açmak zorunda kaldı...

Hiç yorum yok: