1 Ocak 2010 Cuma

IRTICA ILE MUCADELE EYLEM PLANI

Taraf Gazetesi- Istanbul - 27.10.2009 İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın aslıyla birlikte savcılara gönderilen Ek-B kodlu belgeyi Taraf ele geçirdi. 'Cunta Tarafından Hazırlanmış Bilgi Destek Çalışması' adını taşıyan belge, ihbar mektubunu gönderen subaya göre '2007 eylül ayında dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Org. Ergin Saygun'un emri gereği, üniversitelerden bir kısım akademisyen ve CHP yönetiminden bazı politikacıların desteği ile dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı Korg. H. Nusret Taşdeler himayesinde Dursun Çiçek, Sedat Özüer, İlker Ziya Göktaş ve Fuat Selvi tarafından kamuoyunu yönlendirme maksatlı olarak hazırlanan çok sayıdaki belgelerden sadece biri'. Subay, mektuba EK-B koduyla eklediği belgedeki isimlerin altında imza bulunmamasının sebebini evrağın elektronik ortamda gönderilmiş olmasına bağlıyor. İşte o belgenin tam metni: 1. GENEL DURUM: a.İSLAMİ GELİŞMELER: 1) Seçimler sonunda milliyetçilik söylemleri ve politikalarının darbe aldığını kabul etmek gerekmektedir. Seçim sonuçları Ilımlı İslam'ın bir zaferi olarak kabul görmektedir: Batının İslam karşıtlığının bu kadar yaygın olduğu bir dönemde, İslamist-İslamcı olarak niteledikleri bir hükümeti bu derece desteklemeleri özellikle dikkat çekicidir. 2) Batı tarafından radikal İslam ile mücadele vasıtası ılımlı İslam olarak seçilmiştir Bu amaçla, özellikle ABD basın yayın organlarında Müslüman Kardeşler ve Hizbut Tahririn terörist olmadıkları hatta Vahabiler'in bile eskisi kadar şiddet uygulamadıkları yolunda yazılar yayınlanmakta, bu şekilde, terör örgütleri dahi ılımlı İslam saflarına çekilmeye çalışılmaktadır. (...) 5) Türkiye'de ılımlı İslam'ı gerçekleştirmek isteyenler amaçlarına ulaşmışlar, Türkiye Müslüman ülkeler için 'bir model' olarak görülmeye başlanmıştır. Bu eğilimi ve 'İslami Demokrasi' bağlamında kazanılmış olan ivmeyi, halen gelmiş olduğu noktadan geri çevirmenin son derece zor olduğu açıktır. 6) 22 Temmuz seçimlerinin bu nedenle Türkiye'nin ılımlı İslam'a dönüştürülmesi gayretleri bakımından bir milat olduğu ve 22 Temmuz'da kazanılmış olan başarının verdiği cesaretle AKP'yi ve destekçilerini daha fütursuz ve cüretkar davranmaya yöneltebilecek din eksenli yeni bir dönemin de ötesinde, cumhuriyetin ve milletimizin temel değerlerinin aşındırılmasına yönelik bir süreci başlatma tehlikesini ortaya çıkardığını da söylemek mümkündür. (...) 8) 22 Temmuz seçimleri, ayrıca ılımlı İslam'ın kazançları ile bitti denilen Büyük Ortadoğu Projesi'nin tekrar canlanmasını sağlamış, Türkiye'ye biçilen 'yeni Osmanlı' rolünün yeniden gündeme getirilmesine yol açmıştır. Ulu önder Atatürk'ün özverili, planlı ve bilinçli gayretleri sonucu cumhuriyetin kurulması ile birlikte başlayan 'Çağdaşlaşma, Aydınlanma ve Kültürel Değişim Süreci', mevcut iktidar ve irticai kesimlerin iş birliği sonucu, çeşitli uzman ve bilim adamları tarafından 'Ilımlı İslam, Yeni Osmanlıcılık ve Kültürel Geri Dönüşüm Süreci' veya 'Karşı Devrim Süreci' olarak ifade edilen bir hareketle durdurulmuş ve etkisiz kılınmış, Cumhuriyet'in değerleri ve kazanımları hedef alınmaya başlanmıştır. 9) Başbakan'a yapılan bütün telkinlere rağmen Abdullah GÜL Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu durumu parti içi dengelerin ve partinin prestijinin korunmasının bir gereği olarak görmek mümkün olsa da, GÜL'ün cumhurbaşkanlığının yaratacağı sıkıntıları sineye çekmeye ve göğüslemeye de hazır oldukları şeklinde anlamak gerekmektedir. 10) İç ve dış tepkiler, Gül'ün cumhurbaşkanlığının parlamenter demokrasinin normal bir uygulaması olduğu yönündedir. Kamuoyu ve medya türbanı benimsemiş görünmekte, Cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olmasında bir beis görmemektedir. Her ne kadar Cumhurbaşkanı, türban ve diğer hassas konularda başlangıçta dikkatli davranmış ise de; yavaş yavaş türbanın davetler, karşılama, uğurlama törenleri vs. ile resmi mahaller ile günlük yaşama girmeye başladığı görülmektedir. Zaten bir müddetten beri esas kamusal alan olan TBMM'de yapılan çeşitli toplantılarda türbanlı ve hatta çarşaflı hanımlar boy göstermektedir. b. DEMOKRATİK TÜRKİYE PARTİSİ (DTP) İLE İLGİLİ HUSUSLAR: (Taraf'ın notu. Burada anılan parti, Demokratik Toplum Partisi'dir.) 1) DTP'nin TBMM'ye girmesi, Türk demokrasisi için bir talihsizliktir. PKK'yı kardeş ve hatta 'kendileri' ilan eden, terörist başının yaşam koşullarını TBMM'ye taşıyacaklarını açıklayan bu kişilerin; geçmişten ders almadıkları, amaçlarının kendilerinden öncekiler gibi demokratik bir platformda görüşlerini dile getirmek değil devletle kavga etmek olduğu daha ilk günden-anlaşılmıştır. 2) DTP'nin kendi içinde ve DTP-İmralı-Güneydoğu-Kandil-K.lrak denkleminde, istismara müsait önemli fikir ayrılıklarından kaynaklanan çatırdamalar olduğu görülmektedir. 3) İç ve dış kamuoyunda DTP'nin Meclis'e girmesinin 'Kürt sorununun çözülmesi' bakımından önemli bir fırsat olduğu yolunda görüşler çoğalmaktadır. Diyarbakır Sur Belediye Başkanının görevden alınmasına Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin gösterdiği tepkiden, Avrupa Birliği (AB)'nin Kürtler'in hamiliğine devam edeceği anlaşılmaktadır. Ayrıca kasım ayında yayınlanacak AB İlerleme Raporu öncesi DTP'nin taleplerini artırarak kriz ve gerginlik yaratmaya çalışacağı ve bu suretle Türkiye üzerindeki AB baskısını artırmayı hedefleyeceği tahmin edilmektedir. c. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ (TSK)'NE DESTEK: 1) TSK'nın iş birliği yapabileceği kurum ve kuruluşlar azalmaktadır. Basın, iş dünyası, sendikalar, üniversitelerin bir kısmı, Sivil Toplum Örgütleri (STÖ), hatta kamuoyunun bir kısmı artık TSK'nın yanında değildir. Buna rağmen, yeni anayasa taslağının temel felsefesine ve özellikle de laikliğin aşındırılmasına bazı STÖ'lerin gösterdikleri tepkilerden istifade ile, görüşleri TSK ile örtüşen konularda işbirliği yapılabilme imkanları aranmalıdır. 2) Dini ağırlıklı TV kanallarında ve yazılı basında, asker, şehit ve gaziler ile programlar düzenlenmekte, şehit aileleri ve gazilere iftar yemekleri verilmekte, evlerine Ramazan paketleri gönderilmektedir. Burada verilmeye çalışılan mesaj 'peygamberler ocağı' olan ordunun halkın ordusu olduğu ancak Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarından oluşan komuta kademesinin halkın ordusu olmadığıdır. Aynı bağlamda Uzman Çavuş ve Onbaşılar ile Astsubaylar, yani gayrı memnun zümrenin üzerine gidilmekte, bunların problemleri abartılı bir şekilde kamuoyunun dikkatine getirilmektedir. TSK'da gayri memnun bir zümre yaratılmaya çalışılmakta veya mevcut gayri memnunlar istismar edilmektedir. Ayrıca emekli veya muvazzaf TSK mensuplarının karıştığı olaylar TSK'nın tamamına mal edilmeye çalışılmakta, alınan ifadeler nerede ise soruşturmaları naklen yayın ile takip edilir hale getirilmektedir. ç. YENİ DÖNEMDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ 1) Yeni dönemde TSK'nin de yeni politikalar belirlemesi gerekmektedir. 2) Her şeyden önce, yeni şartlar ortaya çıkaran ve yeni tedbir ve uygulamalar gerektiren bir dönem içinde olduğumuzu kabul etmek gerekmektedir. AKP'nin TSK'nın temel konulardaki hassasiyetlerini hatta itirazlarını dahi dikkate almadığı, kendi bildiği yolda yürümeye devam ettiği görülmektedir. 3) Esas mesele, ılımlı İslam veya demokratik islam olarak nitelendirilen yeni devlet düzeni içinde cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı TSK'nin, kendisine nasıl bir yer bulabileceği ve burada nasıl barınabileceğidir. 4) TSK'terörden bir fayda gelmez, teröristleri desteklemekten vazgeçin' diyen başta AB olmak üzere Kandil karşıtı çevrelerin arasında sıkışıp kalmalarına yol açmak, ç- Irak'ın kuzeyindeki desteği kesmek için bölge halkını terörle mücadele bağlamında 'rahatsız etmek', bu suretle de PKK'ya yardım ettikleri ve destek sağladıkları müddetçe bu rahatsızlığın devam edeceği mesajını vermek. (...) 5) TSK'nın hâlihazırda siyasi gelişmeleri etkileme veya yönlendirme imkanının ne olduğu, daha doğrusu, bu imkanın kalıp kalmadığının belirlenmesi de önem taşımaktadır. 6) Türbana gösterilecek tepki, alt kademeler için de bir emsal teşkil edecektir. Gösterilen tepkinin uzun vadede uygulama imkanı olan tutarlı bir politika olması önemlidir. Gösterilecek tepkinin, her ne olursa olsun, kendi manevra sahamızı daraltmayacak ve müteakip girişimlerde elimizi bağlamayacak düzeyde kalması önem arz etmektedir. (...) 7) Bir diğer önemli konu da, TSK tarafından izlenecek politikanın, başta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olmak üzere siyasi bir partinin politikaları ile çakışmaması, bir diğer deyişle TSK üzerinden veya arkasına sığınarak muhalefet veya politika yapılmasına imkan verilmemesidir. 8) TSK'nın bir 'imaj düzeltmesi' yapması ve kendisi hakkında kamuoyunda yanlış intiba yaratmaya yönelik çabaları etkisiz kılması gerekli görülmektedir. 9) DTP ve yandaşlarının yaşadığı sıkıntıların istismar edilmesi ve AB'den gelecek desteğin önünün kesilmesi için; a- DTP'nin, kendi ifadeleri ve davranışları nedeni ile TSK tarafından terörist olarak görüldüğünü ve herhangi bir şekilde muhatap kabul edilmeyeceğini üst düzey bir açıklama ile ilan etmek, b- Terörü bu şekilde destekledikleri müddetçe demokratik olarak herhangi bir ilerleme sağlayamayacaklarını ve bu suretle esas olarak temsil ettiklerini iddia ettikleri kişilere zarar verecekleri mesajını yaymak. c- Bu suretle 'bugüne kadar ki kazanımlardan taviz vermeyin, yumuşamayın' diyen Kandil ile 'nın TBMM tarafından kurallara uygun olarak seçilmiş ve gerçek niyeti bu olmasa da, devletin anayasada belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkacağını açıkça deklare etmiş bir Cumhurbaşkanı'na karşı çıkmak için geçerli bir gerekçesi ve desteği bulunmamaktadır. Bu nedenle, devlet sisteminin işlemesine, devlet terbiyemiz gereği, mani olmamak gerektiği düşünülmektedir. d. SONUÇ: 1) 22 Temmuz seçimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, devletin temel nitelikleri açısından bir dönüm noktasıdır. Türkiye, demokrasi ile İslam'ın bir arada yaşayabileceğini ispat etmiş bir 'ılımlı İslam' devleti olarak tanımlanmaktadır. Hükümet de, iç kamuoyu, AB ve Avrupa'nın da desteği ile elde ettiği kazançlarını pekiştirmeye kararlı görünmektedir. Bu eğilimi ve 'Islami demokrasi' bağlamında kazanılmış olan bu ivmeyi, halen gelmiş olduğu noktadan geri çevirmek son derece zordur. 2) Gelinen noktada, hükümetin tutumundan çok fazla taviz vermeyeceği ve kendi tabanının beklentilerini karşılamak için sınırları zorlayacağı anlaşılmaktadır. TSK'nın bu gelişmeleri etkilemeye ne derece muktedir olduğu ayrıca düşünülmelidir. 3) TSK'yı destekleyebilecek kesimler son derece azalmıştır. Tam tersine basın, iş dünyası, ticaret odaları, sendikalar, üniversite camiasının bir kısmı TSK'nın karşısındadır. Hatta halkı da TSK'ya karşı çıkarmaya yönelik çabalar artmaktadır. Bütün bunların içinden karakteri sağlam, devletimizin temel niteliklerine bağlı kişi veya kişilerin ve fikirleri paralellik gösteren STÖ'lerin desteklerini sağlamak veya beraber çalışma imkanlarını araştırmak gerekmektedir. 4) TSK'nın 'imaj tazelemesine' büyük kitlelerin ortak meselelerini kullanarak başlamak gerekmektedir. Bu nedenle de, öncelikle PKK ve DTP üzerine alenen ve kamuoyu oluşturulacak şekilde ve yukarıda maruz temalar çerçevesinde gidilmelidir. Aynı kapsamda ele alınması gereken bir diğer konu da din ve türbandır. TSK'nın dine karşı olmadığı çeşitli vesilelerle ve şekillerde gündeme getirilmeli, baş örtüsü ile türban farklılığı vurgulanarak bu konudaki yanlış anlamaların ve TSK aleyhinde oluşmaya başlayan kanaatin önü kesilmelidir. 5) Türkiye'deki güüvenlik, siyaset, ekonomi ve sosyal hayatla ilgili gelişmelerde AB ve ABD'nin önemli rol oynadığı şüphesizdir. Her ikisi ile de duygusallıktan uzak, gerçekçi ve birebir bir diyalog kurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Özellikle de seçimlerden sonra AKP'nin gerçek yüzünün görülmeye başlaması ile AB çevrelerinde hükümete karşı oluşmaya başlayan tavır istismar edilmelidir. 6) Diğer ülkelerle ilgili olarak takip edilecek politikalar ayrı bir çalışma ile sunulacaktır.

Hiç yorum yok: