1 Ocak 2010 Cuma

Barışalım Bakalım

Egemen medya ya da bizim gibilerin deyimiyle boyalı basında üç gündür işlenen teme şu: “Aman ha bu gelişmeleri Kürtler bir zafer gösterisine dönüştürmesinler. Batıdaki Türk halkının sabrını taşırmasınlar.” Kısacası şunu demek istiyorlar: “Kesin sesinizi. Bu olanlar sizin Gerillaların başarısı değil, bizim bir lütuf’umuzdur.” Ancak bu tür düşünenlerin bilmesi gereken bir şeyler var. Kürtler dağdan inerken zafer ilan etmediler, aksine Kürtler dağa çıkma kararı aldıklarında zafer ilan etmişlerdi. 25 yıldır Kürtlerin çocukları Kürdistan dağlarında her türlü zorluğa ve saldırıya karşı ayakta kalmayı başararak, zaferlerini ilan etmişlerdi zaten. Tek korkumuz, şimdi bu dağlarda elde edilen zaferin masadakiler tarafından yeterince algılanamaması ve dağdakilerin inanç ve kararlığının ovadakiler ve masada pazarlık yapanlar tarafından yeterince kavranmamış olmasıdır. Ve korkmakta haklı olduğumuzu kanıtlayan alametler belirmeye başladı bile. Kürt basınından-DTP’ye kadar bir takım işgüzarlar, boyalı basının ve AKP hükümetinin istediği türden demeçler vermeye başladılar. Bu haliyle dağdan inmek kimilerine göre bir zafer olamayabilir, ancak dağdan inenleri bu şekilde karşılamak, dağdakileri sahiplenmek Kürtler için bir zaferdir. Dağa çıkmak niçin bir zaferdi? Çünkü bu devlete karşı hiçbir şeyin yapılamayacağına dair neredeyse herkes hemfikirdi. Devletin tankı, topu, uçağı, helikopteri, büyük bir ordusu vardı. Kürt halkı ölesiye korkutulmuştu ki; yenilmez zannedilen devletin ordusu Kürdistan dağlarında yenildi, devletin uçağı ve helikopteri düşürüldü, tankı imha edildi… Bütün bunları kim yaptı? İşte o dönemde dağa çıkma kararı ve sonraki gelişmeler bir zaferdi. Dağdakilerin ve isyanı yönetenlerin de hataları oldu, ancak bu hatalar onların zaferini gölgede bırakmamalı. Kürt halkı bu bilinçle onlara hep sahip çıktı, çıkıyor da. Zaferin sırrı burada gizli. Şimdi, TC. tarafından görüldükleri yerde öldürülmeleri kural haline gelmiş Gerillalar yüz binlerce Kürt tarafından büyük bir coşkuyla karşılanıyorlar. Kürtlerin mesajı şu: “Sizin ‘terörist’ dedikleriniz, bizim özgürlük savaşçılarımız. Sizin öldürmek için hiçbir fırsatı kaçırmadığınız çocuklarımızı, biz yüz binler olarak bağrımıza basıyoruz. Sizin lanetlediğiniz dağlarımız ve o dağların asi çocukları bizim kutsal gördüklerimizdir…” Zafer budur. Kürt halkının asi çocukları 25 yıldır her hangi bir insanın katlanamayacağı doğa koşullarına ve NATO’nun ikinci büyük ordusu olan TC ordusuna olağan üstü bir dirençle karşı çıktılar. TC’nin “büyük ordusu” Kürt Gerillalarını Kürdistan dağlarından söküp atamadı. Zafer budur. Kürdistan’da halkı sokağa taşıran bu olağan üstü direncin sonucudur. Yüz binlerce, milyonlarca Kürt dağdan inenlere dokunabilmek için günlerdir yollarda. Zafer budur. Kürtlerin bunları hissetmesine ve haykırmasına neden engel olmak istiyorsunuz ki? Evet. Kürtler barış istiyor. Ancak Kürtleri inkârdan-tanınmaya ve muhatap almaya götüren yolda en büyük fedakârlığı omuzlamış olan Gerillalarını bu şekilde kucaklamaları neden çok görülüyor? Kürtleri tekrardan inkâr ederek, küçük düşürerek mi barışa gidilecek? Böyle olacaksa barış hiç olmasın. Türk devleti en uyduruk şeyden bile kendisine bir zafer payı çıkartıyor da, Kürt halkı neden Gerillalarını bağrına basmayı gönlünden geçtiği gibi yapmasın? Bunu yıllardır “Kürt yoktur, varsa da ancak Türk’e hizmetçilik yapabilir” kafasında olanların anlaması kolay değil. Anladıkları gün de gelecek. Yıllardır inkâr edilen, “terörist” olarak görülen Kürt karşılarında duruyor ve ben buradayım diye bağırıyor. Eşit koşullarda birlikte yaşamaya varım diyor. Artık sizin, Türk halkını yıllardır kendi kirli çıkarları için kışkırtan gazeteci, politikacı, sanatçı v.s. çapulcu takımının komplekslerinizden kurtulmanız gerekir. Zafer, bu yalanlarınızın artık görülmesidir. Dünyanın süper gücü ve onunla birlikte onlarca devletin bütün yardımlarına ve katliamlarınıza göz yummasına rağmen, geldiğiniz noktaya bir bakın. Kabul edin artık. “Kürt yok”turdan, Kürt’le barışmaya kadar gelmek yenilgidir. Ve Kürtler bunun tadını çıkartacaktır. Eğer masada kaybettirilmezse… İşte bu konuda, yani masa meselesinde Kürtler adına pazarlık yapanlara kim olursa olsun şüpheyle bakıyorum. Kürtler bu işi bilmiyorlar. Ya da Türk halkıyla yaşamaktan başka çareleri olmadığına inanıyorlar. Kürtler, Türk devletiyle barışacaksa, devletin bilgisi dâhilinde işlenen cinayetlerin sorumluları mutlaka hesap vermelidir. Kürtler bunu istemek zorundalar. Dağdan inenleri saatlerce sınırda tutan ve PKK üst düzeyi için de farklı ülkelerin adresini gösteren AKP hükümetinin, devletin maaşlı katillerini de açığa çıkartıp yargılaması gerekir. Ergenekon örgütü adı altında olduğu şekliyle değil. Darbe yapmak istemelerinden ziyade Kürdistan’da işledikleri insanlık dışı suçlarla yargılanmalılar. Barış olacaksa ordunun Kürdistan’dan çekilmesi gerekir. Koruculuk sisteminin tamamen ortadan kaldırılmasıyla olur. Ve yıllardır korucuların, aşiret reislerinin, ağaların devlet yardımıyla ellerinde tuttukları topraklar Kürt köylüsüne dağıtılmakla olur. Ordunun karakol, karargâh v.s. şeklinde işgal ettiği binlerce dönüm arazi de aynı şekilde halka dağıtılmalı. Kürtçe mutlaka ikinci resmi dil olmalı. Ve şu “tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek vatan” zırvasından da vazgeçilmeli artık. Bunlar olmadan, sadece PKK’nin elindeki silahları bırakmasıyla barış gelmez. Çünkü barışın önündeki engel Kürtler değil, inkarcı kemalizm ve onun devamı olanlardır. Ordu bir işgal gücü olarak Kürdistan’da kaldığı sürece barış mümkün değildir. Kürtlerin sevinmeye hakları var. Ve asıl bundan sonrası daha zor. Şu asla unutulmamalı: Irkçı Kemalist sisteme karşı çıkmak zaferdi. Kemalist orduya karşı savaşmak zaferdi. Ondan sonrakiler sadece bunun devamı sayılmalı ve dağdan inişler üç beş uyduruk lafa kanmakla olmamalı. Dağdan inmek illa da TC sınırları içindeki işgal edilmiş Kuzey Kürdistan’a dönmek olmamalı. Kandil’den Erbil’e inip silahlarını Güney Kürdistan halkına da teslim edebilirler. Barışın önündeki engel Kürtlerin elindeki üç beş av tüfeği değil, bir bütün olarak Kemalist rejimdir, onun işbirlikçisi Fetullahçı şeriatçılardır. Günlerdir “iyi şeyler” olacak diyen ve Kürtlere TC basını içinde en yakın duran Ahmet Altan, Cengiz Çandar, Hasan Cemal’ler bile bir tek kelimeyle TC ordusunun Kürdistan’daki varlığını gündeme getirmiyorlar. Onlar için TC ordusunun orada olmasının hiçbir şekilde tartışılır yanı yoktur. İstedikleri tek şey ordunun bazı konularda sivil hükümete müdahale etmemesidir. AB standartlarıdır. AB standartları Kürtlerin işgal edilmiş ülkelerinde özgürce yaşamasına yetmez. Onlar işgalci ordunun konumunu hiçbir şekilde gündeme getirmiyorlar. Bizim Kürtler birkaç bin Gerillayı silahsızlandırmakla dünyaya barış getireceklerini sanıyorlar. Daha önce de yazmıştım. Utanarak, sıkılarak, suçluluk duygusuyla ulusal kurtuluş mücadelesi verilmez. Haklı olduğumuz bir davada neden haklılığımızı sonuna kadar savunmuyoruz? Söz konusu olan Kürt ulusunun geleceğidir. Bu kader gibi görülen boyunduruktan kurtulmaya hiç bu kadar yakın olmamıştık. Ve Tayyip Erdoğan daha dün şöyle diyor: “Anayasanın bazı maddeleri var değiştirilmez. Bazı maddelerin değiştirilmesi teklif dahi edilmez…” Söyledikleri şu: “terörü bitirmek istiyoruz” Tercümesi ise şöyle: “Kürtlerin direnen damarını kesmek istiyoruz. Ondan sonrası yine eskisi gibi olacak.” Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddeler yıllardır Kürtleri inkâr eden maddeler. Türk ırkının yüceliğine dayanan maddeler. Kemalizm’i koruyan maddeler. Bunlar değişmeyecekse, değişmesi teklif dahi edilmeyecekse, nasıl barış olacak? Dağdan inen Kürtler sokaklarda işsiz güçsüz dolaşacak, bir iki uyanık Kürt şimdi olduğu gibi Kürt halkının sömürülmesine katkıda bulunduğu için, arada bir önüne atılan kemikleri yalayacak. Bunun adına da barış-tık denilecek. Okuyucuların affına sığınarak bildiğim bütün küfürleri sayıyorum. Buna barış denmez. Dünyanın birçok ülkesinde bu tür sorunların nasıl çözüldüğüne dair örnekler var. Kürtler ve Türkler Amerika’yı yeniden keşfedecek değiller, geç kaldılar, onun için keşfedilmişleri örnek alarak yapmalılar. Türkiye modeli bir sahtekârlıktır. İşi yokuşa sürme ve kandırmacadır. Türkiye modeli 1920’lerde ne idiğü belirsiz bir şey olduğunu ispatladı. O modele Kürtlerin karnı tok. Kürdistan dağlarından inenlere hoş geldiniz diyeceğiz. Bunu yaparken batıdakiler gücenirmiş falan laflarına da aldırmayacağız. Batıdakiler bizim insanlarımızı öldürsünler diye çocuklarını davul zurna ile askere uğurladıklarında, doğudakilerin ne düşündüklerini hiç düşündüler mi? Üstelik onlar öldürmeye gönderiyorlar. Biz yaşatmaya çalışıyoruz. Anayasayı değiştirmeye yanaşmayan bir hükümetin barış getireceğine inanmak en hafif deyimle saflıktır. Bir iki bireysel ve her an değişebilecek keyfi uygulamayla Kürtlerin kazanımları ve moral üstünlüğü ellerinden alınmak isteniyor. Asıl tehlike burada. TC’yi yönetenler ırkçı devletlerinin çıkarı için her şeyi yaparlar. Bunun içinde hiç saygı duymadıkları bir Kürt ağa ve şeyhinin elini öpmek de dahil. Nitekim Ulu Önderleri geçmişte bunları yapmadı mı? Sonra, iktidarlarını sağlamlaştırdıktan sonra da elini öptükleri Kürdün kellesini uçururlar. Şimdi Öcalan’ın yanına 5-6 mâhkum göndererek “Bakın iyi şeyler yapıyoruz” diyorlar. 10 yıldır Öcalan orada değil miydi? Talep ettiği takdirde yanına kimseyi vermediler ve her istediklerinde hücre cezası verdiler. Anayasa değişmeden, Kürtlerin ulus olarak hakları güvenceye alınmadan, dağdan inişler tamamlandıktan sonra, tekrardan Kürt eski Kürt olacak, yani hizmetçi, köle, itiraz edince tekrardan “terörist”. Bakalım barışabilecek miyiz? Hüseyin İnan

Hiç yorum yok: